İçgüvesinden hallice...


Bu lafa bayılıyorum da bayılıyorum, her ne kadar içinde patriarkal güç ilişkileri, kutsallaştırılmış aile vıdıdı vıdıdı.. Çok güzel işte :)
Neyse efendim bugün bizim gençlerle sahile gittik, bi kaçını kuma gömdük, tenis menis oynadık, eve koşar adımlarla geldim çünkü bizim çocuklar (bunlar evdeki ayriş çocuklarım) bugün yoklar yani huzur ötesi sakinlik beni bekler diye. Birinin haftalık maçı var, diğeri zaten ergenliğe takrar girdiği için her akşam başka yerde sabahlıyo eve gelip duş alıp tekrar işe gidiyo. Neyse eve geldim dedim bişeyler pişirem hemen. Sahne şöyle gelişir, bahar eve geldiği gibi mutfağa girer, üstünü hiç değiştirmeden yeşillikleri hemen yıkar temizler, salatayı hazırlarken bıçağı tutmadığı eliyle yemeği karıştırır, salata nerdeyse hazırken, yemeğin pişiyor olmasını fırsat bilen aktristimiz hemen üstünü değiştirir, sofrasını hazırlar ve tam mutfaktaki işini bitirip salona yemeğini yemeye giderken (hızlı çekim olan görüntü bi anda yavaşlar)tüm bunları kaydeden tepedeki hayali kameranın görüntülerini yansıtan monitörde Şadoşu görür. Anne resmen her bokum sana benziyo bak. Zaman tasarrufu, zaman yönetimi :)
Bir diğer konumuz, beni kendimden geçiren bir deneyim ama aslında insanlık için çok da büyük olmayan bir adım. Her pazartesi alınan haftalık takım toplantısında iki patronunda yokluğunu bilen biz çalışanlar kendi toplantımızı kendimiz aldık. Daha öncesinde insanların nasıl da çalışıyo görünmekte usta oldukları, konuları uzatıp uzatıp toplantı sırf 2 saat sürcek diye nasıl da o kadar sürdürüldüğünü, ofiste facebook hesabından oyunlar oynayıp nasıl da haftalık çalışma sürelerini şişirdiklerini görerek hayranlıktan öte bi mide bulantısı hissederken ben, bu hafta bir de baktık ki toplantı 20 dakka sürdü. :) Çiban başlarını belirledim kafamda yani. Neyse asıl konuya gelirsek, nasılsa toplantı bitti bari laklak edelim derken bunlar, bi anda, sözleşmemizde yazmayan, görevimiz olmayan işleri, sırf bütçe sıkışık mazeretleriyle bize yaptıramazlar, ben yapmıyorum kardeşim dedi aralarından en politik ve bilinçlice gizlenmiş sağlam zekaya sahip şahsiyet. Bir diğeri, evet evet dedi, bir diğeri aslında ben takmam o işi yapmayı ama vs derken, ortalama 1 saat sonra söz birliği yapmalıyız, bu konuda mazeretler sunmaktansa o işi yapmamak için açıkça reddediyoruz demeliyiz gibi konuşmalar geçti ve ben o an dedim ki, insan bi bok da olmasa büyüdüğü ortam kişide pozitif ve negatif haklar bilincini bi içgüdü gibi veriyomuş. Hayatını yeni moda kozmetik ürünleri ve dedikodu üzerine inşa etmiş olanlar bile politik bi duruş sergilemede gayet olgun tavırlara büründüler. Hey yavrummm dedim ben de kendimi tutamadan. Bi de sonuna kadar destekliyorum dedim, tabii sonuncusunu sesli söyledim :)
Ayrıca bu hafta cinsel sağlık derslerine de başladık. Ders dediysem herşey yarı ya da tam nonformal ama ders demekten başka bi kelime bulamadım. Oturum diyelim hadi. Bendeniz sadece asist ettim hak verirsiniz ki oturumu. Ve bir kez daha bizlere üzüldüm, bizlerin türkiyede yaşamaktan dolayı tecrübe ettiğimiz şeyleri düşünüp. Genel bilgilerden, hayatımda hiç duymadığım bilgilere, tüm korunma yöntemlerine ve hatta plastik bir penise kondomu yerleştirmeye kadar herbişeyi öğrendi 14-15 yaşındaki çocuk ve aklına gelen ne varsa sordu, prezervatiflerden balonlar yaptı, doğum kontrol haplarının iyi kötü yanlarını öğrendi, kadın kondomunu gördü hayatta kullanmam dedi. Ben de olgun tavırlarla her türlü şımarık soruya kısa cevaplar verirken aklımdan geçen neden biz önce korkup sonra herşeyi düşe kalka öğrenmek zorundayken, devlet veya stk herneyse bize bunların öcü olmadığını, eşcinsel olmanın kötü olmadığını, hem kadının hem de erkeğin condom taşıması gerektiğini, ya da sağlığımızı korumak için bünyemize uygun bir çok yöntemden birini seçebileceğimizi öğretmedi diye içimden köpürüyordum.
Bu da böyle sinir bozucu bi olay işte. Konuyu değiştirelim... An geçmiyor ki paylaşımcı ve bir o kadar da riskli olaylara girişmiyim, İlk önce evdekilere arada birlikte akşam yemeği yemeliyiz evimizde demiştim. İlk atılım emmetten gelmişti ve sağolsun mis gibi bi yemek hazırlamıştı bana, hemen bi tavukgöğsü yaptım ona, aslında bunun içinde tavuk da olmalı derken bilindik şaşkın surat ifadesini görmüş ve yeni bir muhabbete kapı açmıştım. Sonrasında benimde emmeti zehirleme girişimim oldu tabii, uslu uslu yedi yemeğini harika olmuş dedi, pek kibardır sağolsun kendisi. Kime ne ikram edersen et, bu türk mutfağına özgü mü diye bi soruyla karşılaştığın için, konuyu cazip hale getirmek şart oluyor. Örneğin biz aslında patlıcanları mikrofon olarak kullanırız, tavuklar alarmımız, tek yediğimiz de kebap ve pidemizdir gibi, yeterince yaratıcılık sergileyemeyen bu cümlelerden daha iyileriyle başka bireyleri şaşırtma görevi sizlere düşüyor canlar :)
Neyse efendim emmetin hala sağlıklı yaşamına devam edebilmesinden güç alarak daha sonra biri bana pizza yapmayı öğreten italyan diğeri de genlerinde aşçılık, ailesinde restoran işleten atalar barındıran fransız arkadaşımı eve öğle yemeğine çağırdım ve inanılmaz bişey oldu... Nasıl oldu bilmiyorum muhteşem bi patates salatası yaptım. Yanında başka şeyler de vardı ama ben şahsen kendimden çok etkilendim. Emmet yemiyim ben sağol dedi ama olsun. :)
Haftanın iki günü drop-in'de çalışıyorum, bebeler geliyo, her bişey olan ortamımızda onu bunu şunu oynuyolar. Bu da akşam 10a kadar çalışmak demek benim için. Zamanında legonun kendisinin değil ama fikrinin dahiyane olduğunu düşünen ve bişey yaratma becerisi babasının verdiği önerilerle sınırlı olan ben, bu günlerde Nintendo Wii denilen aletin hiç de düşündüğüm kadar inanılmaz olmadığı konusunda kendimle hemfikirim. :) Bu aşamaya gelene kadar tenis ve golfte bazı şampiyonluklar da almadım değil tabii. :)
Katolik tanrım kısmet ederse yarın bir partiye, ertesi gün büyük ihtimale geceden kalma bi şekilde feci sıkıcı 8 saatlik bi toplantıya, haftaya da sanırım tüm irlanda çapında örgütlenmiş maaşlara kısıntı getiren hükümeti protesto etmek için alanlarda olucam. (son kısımdaki anlam bozukluk ve komiklikleri bulunuz. 1. Alanlar ne demek, burda eylem demek, 1 saat yürümek ve "ne istiyoruz?", "ne zaman istiyoruz?" sloganından başka bişey diil, atraksiyon yok,bizdeki gibi hayatta kalma tüyoları yok. 2. Kısıntı dediysek asgari ücret 1.200 euro olucaktır en kötü ya da işsizlik ücreti 800 euro olmuştur. 3.Hak arayışının önceliği, ikincilliği, önemlisi yada o senin bu benim hakkım demek falan olmaz tabii ama kendi mağrur ve yanlız ülkemi düşününce elalemin derdi.. demeden duramıyorum)
Çok yazdım yeter. Havalar hafif serin ama çok güzel günbatımımız var buaralar. Kızıl öpücük...

Yorumlar

Popüler Yayınlar