valla bu kisim deneme; hayirlisi

Dublin (yazıldığı gibi oku, ayriş misali)

22 mayıs (ilk günün allahı)

Eveeeeeeet
Şu an itibariyle yani odamda oturmuş bilgisayarı açmış uygun fiş
(priz olmasın?) olmadığı için batarya bitmeden ilk günü yazmaya
çalışıyorum.
Beni en çok zorlayan şey ne burda dersiniz?
(daha ilk günden, evet ne var, zorlanamaz mıyım?)
Trafik! Trafik! Trafik!
Bakıyorum yola araba yok, atıyorum kendimi yola.
Bu da bi gözlemle oluştu tabii.
Burdakiler atıyo kendini yola bizim gibi (yok o kadar da diil):)
Anam! Yola bi atladım, deli gibi bi korna!
Sağıma bi baktım dibimde bi motor,
üstünde domuz gibi soluyan bi adam! Şimdi adamla ilişkimizin
(karşılıklı bi korku var sonuçta, buna ilişki diyebiliriz sanırım)
saniyelik. Nasıl anlatıyım ben bugün geldim paşam, olcak o kadar diye.
Bir diğer anı ise David'le yine bilmem nerden bilmem nereye
giderken, sağdaki yola baktım, camlardan da gökyüzü yansıyo
(bu detayları kafada canlandırmak zor, geçiyorum)
bi sürü araba, hepsi de boş.
Neden? Çünkü ben malım. Bir sürü araba var ve ben sürücü
koltuğunu boş görüyorum,hatta orayı melih gökçek otopark
yapmış herhal diye bile düşündüm.
Ama işte yan koltukta şöförler var (sana göre şöför koltuğu
bana göre co-pilot :P). Birazcık daha mal olsam bizim tırcılar
gibi uyumak için yana geçmişler dicem :)
Bu durumu David'e salak gibi anlattım. O ise inatla bu durumun
jetlagdan kaynaklandığını savundu. Yediremedi 7 ay çalışcağı
kişinin salak olduğunu herhal :)
Eve gelince;
Öncelikle ev ve civar haaarika.
Gelir gelmez tanıştığım bi çocuk var, meğerse kendisi sarı
olduğundan çocuk gibiymiş. 34 yaşında çıktı kendisi, az önce
bana süper akşam yemeğinden ikram etti, ikram dediysem kocaman
bi tabak. Baya da muhabbetimiz var kendisiyle şu an için
(evet irayı konuştuk iki hafta sonraki seçimlerde de işçi
partisine oy vercek), gel gör ki isim özürlü beynim yüzünden
adını bilmiyorum ve git gide daha da geç oluyor sormak için.
7 ay kıvırabilir miyim acep sormadan :)
Diğer iki kişi ise bir adet çift. Onları tek saymak isterdim
ama malum avrupalı özgüven bombardımanı :)
Burdaki gibi aşkoooaaammmmm diyip tek vücut olmuyorlar.
Bu arada avrupalı demişken avrupalı diil yeni zellandalılar
(çok yakın deee mii :))
Bir diğer acıklı durum ise odaya yerleşme çabam sırasında yaşandı.
Bilmem ki size de acıklı gelir mi? Ortalama 1 saat odada o kıyafet
oraya şu deodorant buraya ayakkabılar bilmem nereye diyerek
kan ter içinde kaldım. Nihayetinde adını bilmediğim iyi ev arkadaşı
fast food olduğunu iddia ettiği ama 2 saatte hazırladığı yemeğin
yemeye hazır olduğu alarmını vermek için kapıya geldi ve bahar dedi.
Hepsi bu kadar. Acıklı olan kendimle sadece 1 saat yanlız kaldıktan
sonra refleks olarak "efendim" dememdi. Bi de şirin demiştim ki!
Biliyorum ya yemeğin hazır olduğunu :)

Orda yıkıldım işte ben. Bir bilenin kimler okur bunu bilmediğimden
yazamadığım bir lafı vardı :) Ahanda ben o noktadayım.
Merak eden özelden sorsun :)
Ezilme tehlikem, gramlık ingilizcemle ukalaca yaptığım
espriler dışında yaptığım çok şey var ama anlatmaya dermanım yok.
Malum jetlag :)
En acıklısını anlatıp bitiriyim. Markete gittim.
Dedim bi sigara alıyım. Çok pişmanım!!!
Sigaraya başladığım güne lanet ediyorum,
daha da ileriye bile gidiyorum, doğduğum günde duruyorum.
En ucuz sigara olaraaakkk götü boklu pall mall var,
utanmadan üstüne yazmışlar kocaman, 7.14 euro!!!!
Yarın bi şehir turu muhabbeti var. Kıçımı kaldırırda
gidebilirsem, bi gezmece durumları var yani.
Bu bilgisayarın bataryası bitmeden daha ne kadar yazabilirsem
yazarım artıkın. Bide nete aktarması var.
Evdeki bilgisayarlardan nete giriyorum çünkü, bunu kullanamıyorum,
ofise götürmeyi deniycem. (gereksiz detaylar ama kendimle
türkçe konuşuyorum) Öfff! bi dolu iş ve bende kalkması zor bi popo var.
Son söz olarak; gireceğim depresyonu şimdiden hissettiğimi
belirtir normalde sizi nasıl öpüyorsam şimdi de öyle öperek bitiririm.

23 Mayıs (ikinci günün sabahı)

Sanmayın ki hergün böyle an an yazıcam.
Sadece aklıma bişey geldi yazmazsam çatlarım.
Dün markette bana yardım eden kız belli ki uzak doğuluydu.
Bendeniz bi şekilde yine ağzımı tutamayıp çok yorgun olduğumu
ve en ucuz ne varsa onu vermesini söylediğimde kendisi tüm yardım
severliğiyle yorucu bi işgünü galiba'msı bişeyler geveledi.
Ben de irlandadaki ilk günün yoruculuğu olduğunu söyledim.
Ve işte orda orda olan oldu. Türkiyeden geldiğimi öğrenince bana verdiği
cevap "koreliler ve türklerin kardeş olduğunu dumuştum" gibi bişey oldu.
Yoksa, yoksaaaa buuuu tüm dillerin türkçeden türediği türk uydurması
dünya efsanesinin bir parçası mı diye düşünürken 5 dakikalık
konuşmamız 2. dünya savaşına kadar uzandı.
Kendisine mekan ve ruh hali itibariyle diplomasilerin
kardeşlik değil çıkar üzerine kurulduğunu anlatamadım ve
belki de iyi yaptım çünkü hep ordan alışveriş yapıcam :)
Bir diğer acıklı olayla sözlerime son vermek istiyorum.
Saate bakmak için (kısıtlı bataryaya sahip) bilgisayarımı ya da
foto makinemi kullanıyorum, çünkü buranın elektrik zımbırtısından
yok bende. mp3'ün ve telefonun şarjı ise çoktan bitti.
Hadi hayırlara vesile...

23 mayıs (ikinci günün gecesi, yine ben)

Yaw bu şehir çooook güzel! Bugün ortalama 9 saat boyunca şehri gezdik
(aslında benim yürüme hızımla boydan boya 45 dk şehir),
onu bunu şunu yaptık (thanks to Bradog).
Sağolsunlar ilk gün için herşeyi ödemişler.
Gittiğimiz restoranlar ve yediğimiz yemek ve tatlılar büyük ihtimalle
bi daha burda göremiyceğim türdendi. Yine ismini hatırlayamadığım
iki Danimarkalı süper tiple Dublini gezdik ve tüm bu güzelliklerin
yanında ilk söyleyebileceğim "Allahım sana şükürler olsun
Fernandoyla yaşamıyorum". Her cümlesi şöyle başlıyo;
Hef yuuuuu eaaaaaaaa.... Hem de bağırarak ve koluna hafif
bi dirsek atarak. Sonrasında söylediği cümleyi ispanyolcaya
çeviriyor ve bu arada asla söylediklerini dinlemiyor.
(İkinci günden türkçem bozulmuş olabilirmi?Bazı cümleleri hatırlayamıyorum.)
Şehir mis gibi, tam yaşamalık ama herkesin söylediği
Dublinin son 10 gündür en güzel havası olduğu.
Ben bu durumu baharı dubline getirmek şeklinde tercüme ettim :)
Şehirde gezerken ve içerken başıma gelenler,
sabah alışverişe çıkmak ve sadece kahvaltılıklara bi servet ödemek,
en meşhur ama aslında en çirkin köprüsünden geçerken bir
çete kavgasına şahit olmak. (bu kısmı hemen geçmiycem)
Olay şöyle gelişir, iki tane öküz gibi herif hızlıca yanımızdan geçer,
bu arada ben bunlardan biriyle gözgöze geldim heralde
herif sağlam takılmış dedim çünkü bakışları pek bi garipti,
sonra anladımki amcamız avına odaklanmış :) Bunlar köprünün
ortasında bi herife daldılar 4 izbandut tüm eşyalarını nehre attılar.
Buraya kadar herşey normal, en azından tipik bir dalma olayı.
Bu arada bizim arkadaş, ki öküzüm adını hatırlamıyorum,
neredeyse bayılıcaktı. Kendisine söyleyemedim ama o an kendime
söylediğim tek şey "silah yok korku yok". Nitekim olay toplam
3 dakika sürdü. Herifin ağzını burnunu dağıttılar ve kolları
kabartıp gittiler.
Bu arada daha ilk günden bi herifin tacizine maruz kaldım ki,
bu gerçekten bildiğimiz bahtsız bedevi talihiydi.
Şimdiden söyliyim beni en çok zorlayacak şeyi, hayatın her
zerresine nüfuz eden pahalılık. Yemek yememeyi düşünüyorum,
nasıl olcaksa. Hatta mümkünse hiç bişey satın almamayı,
örneğin biten şampuan kabına bakarak telepatik yöntemlerle
saçımı köpürtmek, veya soğuğa çıkıp ağzımdan çıkan buhara bakıp
nikotin ihtiyacını gidermek gibi :)
Genel olarak aklımda kalan, cıvıl cıvıl sokaklar,her köşede gösteriler,
heykel sandığım ve hareket ettiği an korkudan altıma ettiğim
sokak performansçısı (öyle mi denir?), Temple bar, adını
hatırlamadığım hayvani büyüklükte ayriş danslar ve canlı müziklerle
şenlenmiş bilmemne bar, veeeeee penny's adlı mucizevi ucuz ve
çeşitli mağaza. Elimde son kalan türkçe konuşma özlemi.
(evet, ikinci günden!) Sonu milliyetçiliğe varcak diye çok kokuyorum.
Aaa, bişey daha türkiş olduğunu anladığım heryer kapalıydı.
İskender salonu, kebapçı, türk çaycısı (valla öyle yazıyodu)
hepsi enteresan bi şekilde tadilatta :)
Şimdilik bu kadar. Dışardan süper yemek kokuları geliyo, sinirim bozuldu.
Yatam artıkın. Cheers!
Şu ana kadar yazdıklarımı aptal not defteri denilen
programtrak şeyde yazdığımı söylemiş miydim? Odamda net yok,
ve kullandığım net kablosu şu tatlı dediğim ev arkadaşımın
odasındaki neti kesiyo, du bakali nolcek?

24 mayıs (güneş azmanlığı yapılan bir pazar günü)

Bilemiyorum ki nereden başlamalı...
Şu an bilgisayarımın sarjı takılı, kulağımda mp3 çalar,
telefonum full bataryalı ve hatta ayriş simli.
Gel gör ki bu evin interneti bok gibim ve de yerel.
Gelelim bu güne. Sonunda öğrendim daniş arkadaşımın adı mette gibi bişey :)
Bugün onunla ve diğer iki danimarkalı arkadaşıyla buluştum
şehrin sağına soluna baka baka, japon turist edasıyla dublinin
anlamsız festivaline katıldım. (niye anlamsız dedim acep)
Kocaman parklarda küçük sahneler ve enteresan bi şekilde içki içmeyen
insanlarla dolu bi gün geçirdim ki ikinci kısım olan afrika fest tarzı
olay şahaneydi. Tabi eğer Irish aid helps the poorest poeople in the world
gibi sloganları duymazlıktan gelirsek. Tüm günün ardından türkiyeden gelip
irlandada yandı dedirtmem ben kendimeee diye sayıkladım,
gözlerimin altındaki üsündeki ve yanlarındaki gözlük izleriyle.
Nitekim burda türkçe konuşan bilem yok. Gün gelicek alamancıları
çok iyi anlıyorum abiii nidaları benim vücudumda da nüks edecek.
(ki kendilerini anlamakla birlikte klişelerden kaçmaya
çalışan bir zattım ben)
Anlatcak çok şey var. Ama ben henüz emin diilim bunlari
biri okursa diye mi yazıyorum, türkçe kullanmak için mi?
Emin olunca cevaba göre detaylarla geri dönerim :)
Şehrin bi ucundan diğer ucuna süper özgüvenli bi insan olarak
tek başıma gitmeye karar verdim festival dönüşü.
Veeee, beklenen oldu, tabii ki yolumu kaybettim :)
Artık şehir beni ben şehri daha iyi biliyorum.
Yine de yolları içgüdülerimle bulma olayına bi son verip
cadde isimlerini öğrensem iyi olcak (not, Şehir süper güzel.)
Bir diğer acıklı gözlemim burdaki taş heriflerin hepsinin eli dolu.
Şöyle ki; elleriyle ya bi kadının elini tutuyolar ya da
bi çocuk taşıyolar. Anlamadım gitti.. :)
Şu an ben de feci bi baş ağrısı mevcut ve bunun tüm nedeni d vitamini
tırı vırı gibi mazeretlerle kendini sokağa atan insan ve arkadaşlar.
Anam hiç mi korkmazsın güneş çarpar, sersemletir o deri su toplar
hatta körlük maazallah. Yoookk, ööle malak gibi güneşte oturuyolar.
Bu arada baharı irlandaya getirme esprisi aldı başını gitti,
benden bağımsız ilerliyo. Resmen dünyanın en yağmurlu ülkesinde yandım.
Genel sorular üzerine de bi izlenim yazıyım, yaş ve odana ne kadar
kira ödüyosun :) Ben ödemiyorum diyince insanlarda oluşan memnuniyet
belirtisiyle karışık derin iç çekmenin bünyemde yarattığı
mutluluk paha biçilmez :) Malum benim odam şu an 800 euro edebülüüü.
Şu an için yazımı "burda çocuklar bile süper ingilizce konuşuyo"
iğrenç esprisiyle bitiriyorum. Kendimden utanmam yazımı bitirmemi
kolaylaştırır sanırım. :)

25 Mayıs (haftanın içinden ilk)

Sözlerime başlamadan önce bilgisayarımdaki tüm programları sildiğim
için olan pişmanlığımı dile getirir, bırak müzik dinlemeyi onu bunu
şunu yapmayı, mp3'ten indirdiğim müzikleri bile odamda
dinleyemediğimi belirtir depresyonumun ilk belirtileriyle yazımın
devamına geçerim (evet türkçem sıçtı)
Düzeltiyorum, şu an sadece redd ve norrda dinleyebiliyorum.
Burdan nilgüne ve pınara aldıkları orjinal albümler için teşekkürü
bi borç bilirim. Buna da şükür demeyi çok isterdim ama diyemiyorum.
Neyse şimdi ben izlenimlerimi tırıvırıları anlatcam ama
sondan başlıyorum, ofisten çıkışta takıldım Darren'in peşine,
meğer benim mentor ayrıca dj'lik dersi veriyomuş
(dublinin en cool dj ile birlikte, evet tanıştım, yeeehaaaa)
Neysem, iki hatuna ders veriyo bunlar, ders verdikleri yer de yakın
bizim ofise, birlikte gittik, depo gibim bişey ama
haloweenden kalma bir sürü süs, vay efendim peluşlar
maskeler onlar bunlar. Bizim dj gelmiş hayvan gibi ekipmanla
bu iki hatuna ders vercek. Hatunları anlatıyorum.
Eşofman giymişler haklarını yemiyim ama ne eşofman,
sök bi pırlanta git sat :) tırnakları anlatmam yeterli olacaktır,
pembe french manikür, uçlarında gümüş süsler. hatunun beklemediği
bi anda telefonu çalsa elini çantasına atamaz o kadar yani. :)
(dedikodu kısmını bitiriyorum)
Bu sabah evs the great'in bizlere sunduğu dil imkanından yararlandık,
başladık kursa. Toplam 3 saat. (fernando 9 saat gidiyo garibim)
İyi, güzel, ööyle sohbet vs. Hoca da sağlam, espriler falan.
Gel gör ki ben sınıftaki kimsenin konuşmasını anlamıyorum.
İtalyanlar, romanlar vs, neyse de allahım o koreliler.
Bi de güya alışkınım aksanlarına. Yok anam olmiyiiiiii,
hatun gelmiş upper int. sınıfına, olmayınca olmiyiiii,
mal mal sırıtıyorum suratına :)
Neysem kurstan çıktım aldım bizim çemçüğü yanıma gel dedim yimek yiyek.
Masaya oturduk ben biraz uzağa kaçtım tabii, kendisi elindeki bardağı
düşürcek kadar hızlı dokunuyo koluna cümleye başlarken. :)
Neyse, yemekten sonra gittim ben ofise, hello mello, mis gibi adamlar
(ve kadınlar evet evet) Bizim bebeler de geldi. Koca holde her bi boku
yapıyo şanslı bebeler. Poker masası, kocaman boyama kağıtları
(rahat 2*2 metre), konser ve kareoke için sahne, langırt vay efendim
benim bacımla oynamayı sevdiğim şu kaygan toplu masa, ay neler neler.
Şanslı piçler :)
Efendim bunlar dilediği gibi yiyolar içiyolar, oynuyolar bağırıyolar,
bildiğin koca koca (ve hatta yaşlı) tipler bunlarla onaşıyolar orda.
Sonrasında bi anda bi kareoke şov başladı. Bebeler (kız olanlar)
teenage amerikan müzikleriyle kendilerinden geçiyolar. Erkekler
rockçı. Bundan bi saat sonraki görüntü, yaşları 20yle 40 arasında
değişen 3 adam "ymca" adlı parçayla sahnede bildiğin ingliş dansı yapıyo.
Oraya henüz varmış bahar kahkaha atmaktan cipsle boğuluyo,
geriye kalan herkes ise sadece oturduğu yerden gülümsüyo.
Bi nevi yaşsal deformasyon (mesleki misali)
Bu arada Bill en yaşlı olan ve de tatlı Che tişörtü giyiyodu,
tişört hakkında yorum yaptığımda adamın ilk cevabı o benim kalbimde
yaşıyo oldu. Bu cümleyi kuranlar da hep yaşlılar nedense avrupa da,
ya da tesadüf dicem ama çekistanda bu pek tesadüf diildi.
Neysem bu yardımsever sıcakkanlı amca beni bi de türk bi bebeyle
tanıştırdı oraya gelen. Fatih diye şirin bi çocuk.
Meraba nasılsın falan konuştuk, acep sorsam mı sormasam mı derken
dayanamadım sordum türkçe konuabiliyomusun diye.
Mis gibi konuşuyo maşallah naber diyosun iyiyim siz nasılsınız diyo,
formal takılıyo kerata. Burdaki önemli nokta benim ilk defa türkçe
konuşmuş olmam. Sizi pek heyecanlandırmasa da beynime
komut vermeden konuştuğum ilk andı. Zaten burda sürekli bi göt
kaldırma hali var ingilizcen şööle güzel bööle güzel
tamamen temiz aksandan) resmen geri kaçıyo ingilizcem
(komik bi tabir oldu)
Sonrasında işte djlik kursu ve eve geldim.
Yorucu ama boş bi gündü. Hepsi bu kadar diyebilirim.
Aklıma gelmişken bi olay daha anlatıyım, bizim bradog staff
bi yanlışlık yapıp haftalık yemek parasını az ödemişti.
Ben daha gelir gelmez ferdi şikayete başlamıştı bile.
Neysem ben bunu Davide söyledim, ama sonuçlanmaz sanıyodum.
O da Shane söylemiş. Bugün ofiste bilgisayar başındayken
(yan tarafta da ferdi oturuyo) ikimizde şöyle bi mail aldık.
Eyvallah hata yapmışız paranız en kısa zamanda yatacak gibi
bişey kibarca tabii. Altta da Bahara teşekkür ediyorum bizi
uyardığı için yazıyo. Ferdi kafayı yedi
"aaauuuugggggg ay seay ay seay" gibi bişey dedi.
Bu da günün komik anı olsun, onun için pek öyle diildi
ama olsun, evet olsun.
Öperim
Son dakika haberlerine geçiyorum. Demin telefonum çaldıııııııııııı...
O kadar beklemiyodum ki, telefonu çantanın dibinden bulmak
1 dakikamı aldı. Tabii ki arayan Shane'di. Yarın birlikte
yemek yicez öğlen.
Ooooohh, mis gibi bi değerlendirme yaparız artıkın,
ferdi sözümüzü keser, sürekli kolumuza dokunur sözüne başlarken falan.
Aaah ah, ferdi işte :)
En komik anılarımın bu herifle ilgili olması da
ayrıca acıklı, hadi bakalım.
En önemli şeyi söyleyip söz bitiricem. Burda pennys
( nasıl yazılıyodu çıkaramadım şimdi ama kokusunu 50 metreden alırım)
diye bi yer var, hayat kurtarıcı her bi boku çok ucuza bulduğun
ama ayriyetten pek bi şık mağaza, kendime ordan bi yelek bi
havlu ve bi tozluk almayı planlıyorum.
(hayatımdaki heyecanlardan heyecan beğen!)
Planlıyorum diyorum çünkü sadece kahvaltılıklara verdiğim parayı
tahmin edemezsiniz. Anca biriyle yemeğe çıkarsak
(ki 4 günde 2 kere yarın da bi tane, fena diilmiş aslında)
düzgün yemek yiyorum onun dışında iliklerime işlemiş amerikan
kültürü burda sandviç olarak dışarı çıkıyo.
Konumuza dönelim çantalar bilem 5 euro ama şu an için
ihtiyacım yok diyerek kendimi tutuyorum, irlandanın ucuz ve işlevsel
olan tek mağazası sanırım. Herkesin elinde 5er tane poşet görmek
mümkün ordan. H&m'in yarısı kadar düşün yani.
Vallaha bitirdim bu sefer.
Cumartesi pubın önünde bi herifin üzerime çullandığını söylemiş
miydim? Tamam, tamam bitti.

Yorumlar

Popüler Yayınlar