I love Bureaucracy - Bürokrasi, işte bunu seviyorum!

Hiç bir gelirim yok ama giderlerim için aybaşı geldi.

Kendimi bürokrasinin kollarına attım. Saçlarımı da açmış ve ipek fularımı da takmıştım ki, beni sarmalarken hoş bir izlenim verelim.

An itibariyle, yaşarken çok eğlenmediğim ama büyük ihtimalle yazarken eğleneceğim olaylar silsilesi kotam bugünlük doldu bile.

Bugün Ptt kazasından önce, emniyet müdürlüğüne gittim ve pasaport yenileme cart curt... Bu aşamada ilginizi çekebilecek teş şey, bekletme potansiyeli 3 saat olan bir sıranın sonlarındayken, (neyseki) yarım saat bekledikten sonra sıradakilerin beni içeriye soru sormak için önlerinden geçerken damadı gerdek odasına yollar gibi yumruklama ihitmallerine hazırlıklı bir şekilde, içeriye koştum ve daha önce verdiğim parmak izinin geçerli olup olmadığını sordum. Hem yumruk yemedim, hem de sadece yarım saatimi harcadıktan sonra buna gerek olmadığını öğrendim. Happiness...!

Bu mutlulukla müracaat kısmına geçtim. Sıra bana geldiğinde (bir günde bile bir insana sıra o kadar çok gelebiliyor ki inanamazsınız) elimdeki belgeleri güzel ama bir o kadar da mesafeli ablamıza uzattım. İşte asıl olay burdan sonra başlıyor.

Çevremdeki ve hatta yakınımdaki insanlara bile çoğu zaman kapalı kutu modunda bir insan haline geldim. Nedenini bilmiyorum, siz ölümlüler buna yetişkin olmak diyor olabilirsiniz. Yani kendime ait şeyleri bile zor paylaşıyorum bazen. Ağzımdan kişisel bilgilerimi cımbızla almaya çalışanlar bile oluyor bazen. Bir ikizim olduğunu bile çooook sonra öğrenen insanlar var hayatımda. Ne gerek var diyorum. Genelde böle diyorum evet.

Ama o bürokrasi kokusu yok mu, beni benden alıyor. Hiç tanımadığım, aramızda dünya görüşü, kişisel zevkler, yaşam tarzı ve ayrıca cam ve ahşaptan inşa edilmiş bir gişe olan bir kadına niyeyse bu gereksiz bilgiyi bir anda verebiliyorum.

Ama bu neden pasaport işlemleri yaparken oluyor bilmiyorum! İşim parmak izi kısmını hallettim diye daha kısa sürecek zannederken, durduk yerde zaman kaybetmek için daha iyi bi hareket olamazdı. Ben bu bilgiyi yeşil pasaport iptal edilirken yapılanlara dair bir konudan bahsetmek üzere kadına verdiğim an, kadın elindeki tüm belgeleri yeniden açtı ve beni incelemeye başladı. İkiz olduğumu söyleyebileceğim en kötü yerde bunu yaptım. Evet! Herşey yolunda gidiyordu ya, hiç durmadım ve kadında bir anda şüphe yarattım, ya ikizi adına çıkarıyorsa diye. Zaten istanbul ikametgahına ev numarası Ankara vermişim. Aldı kadını bir şüphe. Eh ben zaten havaalanının gümrük noktasında bile görevliler bir bana bir pasaporta bakarken, acaba o fotoğraftaki kişi ben miyim diye salak şüpheler yaşayan biriyim. Siz beni o kadına "valla ikizim bana benzemiyor" bilgisini içeren cümleler kurarken hayal edin. Bu belgelerle birlikte ikizinizi de getirin, deseydi napıcaktım! Bürokrasiye karşı olan bu zaafımdan bir an önce kurtulmalıyım. İlişkimize oldukça zarar veriyo!

Tüm bunlar olurken bir yerde bir kelebek kanat çırptı ve..... heehehhe, çok sevdim ben bu olayı. Bir yerde bir kelebek kanat çırptığı için bile çarpmış olabilirsiniz arabanızı, babanıza böyle anlatın.

Şimdi gelelim Ptt olayına. Önce sosyal sorumluluğumu yerine getireyim ve hepinizin gün gelip e-devlet şifresi denen şeyle tanışacağınızı söyliyim. Ben bu kısmı çoktan atlattım zaten. Bundan bir sonraki yaşanmayasıca aşama var ki, salaklığım dillere destan.

Şifremi unuttum!

Doğal olarak bin kişi kapasiteli Ptt'nn yolları taştan, paşa paşa bekledim sıramı. Nihayetinde gişedeki teyzeyle başbaşa kaldık. Şirinlik kapasitemi zorlayarak şifremi unuttuğumu söyledim. Kadın resmen kapana sıkışmış gibi baktı bana. "Şifreni mi unuttun? Lanet olsun dostum, bu ihtimale karşı hazırlıklı değildik. Bu durumu nasıl öngöremedik! Şimdi ne yapıcaz?" der gibi. Sanki sistemin açığından yararlanmışım gibi şenlendim bi an. Salaklık vesilesiyle bile olsa yetmiş beş milyonluk bi ülkede bir konuda ilk olma şansı yakaladığımı sandım o bakışla. Yada Amerika tarzı, bu açık sayesinde deli tazminat miktarları falan edinebilir, çalışmak zorunda kalmadan dünyayı gezebilirdim.

Kadın bana bir anda "10 lira lütfen" dedi. "Lanet olsun dostum, bunun cezasız kalacağını mı sandın ha" bakışı çoktan yerleşmişti yüzüne. Amerikadan çok ilerideyiz, en az 30 yıl.

Ben de çok hazır cevap ve uyanık biri olduğumdan (hem şifresini unutan hem uyanık olan insanlar da var bu dünyada, teyy teyyyy) bir daha ki sefer 100 lira mı olacak yani bedel dedim. Kadın anlayamadı. Evet kadın salaktı ama parayı veren bendim.

Açıkladım; ilk kayıt 1 liraydı, şimdi 10 lira. Yüzde bin şeklinde artıyorsa ücret, bir sonraki sefer 100 lira eder ya hani dedim. Bu hesabı yapmaya üşenip direk görevine devam eden teyze bana şifremi bir yere kaydetmemi belirten o eşsiz dahiyane öneride bulundu. Ben de beyni tembelliğe alışmasın, sayıları onla çarpmaya üşenmesin diye aynı miktarı belirten bir cümle kurarak ; "100 lira ödemektense evimin duvarlarını bu şifreyle kaplarım." dedim. Meslek içi eğitimlerinde espri anlayışına dair bir kısım yok galiba ptt'nin. Kadın hiç eğlenmedi bu dialogdan, bir de üstüne kafası karıştı.


Bugün blog yazarken pek bi eğlendim. Size günde yüzde bin artan öpücükler yolluyorum. (hesaplayın bakalım 116. gün yüzde kaç eder.)

Yorumlar

  1. yahu, senin dilin ne kadar gelişkin. bravo sana, teheye elemanı. yazmaya devam lütfen. seni seviyorum. çocukken de çok severdim zaten. mugucuk mugucuk.çiğdem kudiaki

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Popüler Yayınlar