Ölsün 2010, Yaşasın Yeni Kral!

   Sırf yılın 49.-50. haftasına girildi diye ekibinden "bu yıl neler yaşandı, yok efendim bu yıl kimleri sevdik, kimlerden nefret ettik, biz mal mıyız aynı şeyleri sevip aynı şeylerden nefret ediyoruz" haber ve yazıları ısmarlayan yayın yönetmenlerini feci şekilde kınarım hep. Ama yazıları yine de ilgiyle okur, haberleri izlerim. Sonrasında bir de utanmadan toplumsal hafıza problemi üzerine düşündüğünü iddia eden iç sesimi pohpohlayıp, boş bir anımda "aaaa bu da mı bu yıl oldu" derken kendimi yakalar, bunları içimden söylediğime ve kamusal rezillik yaşamadığıma memnun olurum.

   Gelelim bu yıla (o kadar yaz, sonra yıl muhasebesi yap). Daha önce hiç henüz 365 günlük periodlar üzerine "bok gibiydi, ne saçmaydı, yeniyıldan umutluyum, bu seneye dargınım" anlamı içeren bir yorum yapmadım arkadaş meclislerinde. Hatta beni yüksek oranda tatmin etmiş dönemleri sesli olarak dile getirdiğim zamanlar da oldu; ki bunlardan biri 19 yaşında olduğum yıl (hesaplayamadım şimdi), diğeri ise 2009'du. Şahanelerdi.

   2010? Anlatıyım.
Ben İrlanda'dan döndüm ve biz 2010'a girdik (ve kirlendi dünya). Yaşayan bir çok kişinin de anlayacağı üzere, insan kendini Avrupa'da ve özellikle de iyi kötü bir işle meşgulken bulunca herşey mümkün görünüyor. Hadi her haftasonu başka bi başkentte olmaktan bahsetmiyorum ama çok basit detaylar bile cesaret verici oluyor. (yeri gelmişken not; avrupalının özgüveni yetiştiriliş tarzından değil hayatın onlara sunduğu olanaklardandır)
Bu durumu çok kısaca özetlemek için (sıkılmayın) kendi kendime kurduğum bir cümleyi paylaşıyım; "Burda projem bitmek üzere. Burda iyi kötü bir iş bulma imkanım olabilir. Ama dur ben bi Türkiye'ye gidiyim. Bi özlem gideriyim. Sonrasında gelir kaldığım yerden devam ederim. Aslında bu ülkede yaşamaktansa kıta avrupası daha mantıklı. Dur ben bi araştırıyım bu işi."

Döndüğümde ise takatimden, cesaretimden eser kalmamıştı. anlatılmaz yaşanır bir biçimde büyük bir özgürlük ve kendi tercihim itibariyle tekrar gitmek üzere döndüğüm bu ülkede bırakın geleceği yarına dair bile hayalim, umudum ve cesaretim yok. Aradan bugün itibariyle 1 yıl (eksi) 5 gün geçti belirtiyim.

Ayrıca her "Şapkamı alır giderim. Nedir yani? Bana yenilik lazım. Özgürlük ve heyecan lazım. Bunun için her türlü yanlızlık ve alışma safhasına hazırlıklıyım" diyen insanın dönüşte yaşadığını tahmin ettiğim gerçek, çok gerçek yalnızlıkla tanıştım. Giderken bırakmaya kıyamadığım güzel insanlar öyle veya böyle çıktılar hayatımdan. Kimilerinin evindeki sıcak aş diye betimledikleri bu dostluklar da gidince benim depresyonum da son kullanma tarihini oldukça uzağa attı. Çok sevdiğim bi arkadaşım 4 ay boyunca onbeş dakikalık yürüme mesafesini katedemedi benim için. Birisi görüşme mekanı önceliği gibi bir inat uğruna kıçını kaldırmadı nur yüzümü görmeye. En çok umduklarım, hayatımdaki varlığını bile unuttuklarımın yanında sınıfta kaldı. Bu sırada tutunmaktan mutluluk duyduğum masterda dersleri vermiştim. Ve tarihimde okula en çok ihtiyaç duyduğum zamanda yaz tatili saçmalığı ona da unutturdu beni.

Aynı dönemde işe de girmiştim. Sosyal bilimler alanında çalışmış (bence sadece kantininde takılmış) bir iki insanla ve bu bilgileri paralarına para katmak için satın alan müşterilerle dolu bir ofiste, en azından taciz gibi yönelimleri yok diye tanımladığım gerzek patronum tarafından deneme maaşı sona ermeden bol emek sömürüsü ardından kovuldum.

Şu hayatta insanların beni üzmesine bile çok zor izin verirken, hayatımın en zayıf döneminde tüm özgüvenimi yerin dibine batırdı bu iş. Ben izin verdim.

Bu arada Yaser'im gitti. İçimden çok ağladım.
Gitme desem kalır mıydın dedi bana. Ben gittim.
O gidince kızma hakkımı kaybettim.

Sonrasında ben yine gittim. Bir sürü yere, bir sürü saçma nedenle. 2 ay dönmedim eve. Yol iyidir. Ama bu yollar iyi değildi. Saçmaydı.

Ardından bir iki hafta yuvaya dönüp kendimi İstanbul'da buldum. İstanbul iyi midir? Tadını çıkaramamasına rağmen İstanbul fetişisti olan bir çok insanın aksine söylüyorum; hayat kopuk ve kalabalık. ben zaten sadece 2 semt arası gidip gelerek geçirdim bu iki ayı. Buralar zaten ayrı saçmalık. Yazarken bile sıkılıyorum.

Sonrasında ne olacak söyliyim ben size. Bu yıl gerçekten güzel olacak. Çünkü bakıyorum, bakıyorum aksi için bir neden bulamıyorum.

Şizofrenik cümleler kurmak istemiyorum ama bu yılın bana annemi, pıcıkı, teyzemi , babamı ve kıymetli bir kaç dostumu bir yıllığına daha armağan ettiğini de söylemek isterim.

Bu henüz tamamlanmamış 52 haftalık periodun bana verdiği dersler;

1. Beklentiler insanın ağzına sıçar!
Ben ya iyi bi öğrenciyim, yada git gide daha korkak oluyorum.
2. Özgürlüğün bedeli çok ağırdır.
Özellikle de bu özgürlük sizi haddinden fazla özgüven nedeniyle duygularınızı bastırıp mantıklı bir insan olma yolunda ilerlerken, aşık olduğunuz adamı ardınızda bırakacak bir hale getirdiyse.
3. Yol her zaman iyi değildir.
Benim için çoook acı bir gerçek. Özellikle de işi yol olacak biri olarak... Yolun anlamını sadece kilometre olarak tanımlayan insanlarla hayat sadece ve sadece geriye gidiyor

Yorumlar

  1. ivet, çıkarılan dersler gerçekten anlamlı olmuş. amma hareketli geçmiş kuzum hayatın yahu :) ben böyle tek tek yazamıyorum zira ölçüyü kaçırmak istemiyorum. ve de kendimi deşifre etmemiş olsa idim döke saça ne güzel yazardım bre. öfff...

    iyi ki geldin istanbul'a, görüşemesek de bütün çabalara rağmen karşı yakada olduğunu bilmek güzel... senle bir kişi daha fazlayız bu istanbul saçmalığında. bu sene iyi geçsin ya...

    şimdiden mutlu seneler bebeeemm ;)

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Popüler Yayınlar