haberle başlar dilekle biter

Sizlere kendi bilgisayarımdan, kendi odamdan, kendi müziklerimi dinleyerek yazmaktayım. Kanıtla derseniz sadece bilgisayar kısmını ispatlayabilirim. Bakınız; ğşçüıö :)
Yağmur berekettir diye boşuna dememiş atalarımız. Bilmem kaç hafta önce galwaye gidiceğimiz karga boku sabahından önceki gece yani en çok uyumaya ihtiyaç duyduğum gece çıkan fırtına nedeniyle asansörümüzün ve internet bağlantımızın ve hatta yangın alarmımızın yalan olduğundan bahsetmiştim. Bereket ise şu an fırtına sayesinde wirelessimiz ve hatta yeni uydumuz var.
Evin ahali değiştirmesiyle bizim de atmosferimiz değişti. Artık akşamları ben emmete tavla öğretiyorum o bana satranç sıkılırsak çin damasına dönüyoruz. Baya aş pişiyo evde. Huzurlu huzurlu televizyon izliyoruz, biri kalkıp kahve yapıyo herkese, ben arada sıkılıp odama gidiyorum sonra sıkılıp yanlarına geri dönüyorum falan :) Tabii bunlar Cuma ve Cumartesi akşamları hariç durumlar.
Birkaç gündür ise hayatımın en huzurlu (biraz da sıkıcı galiba) günlerini yaşıyorum. Donal da (ismi ayriş ve nasıl yazılıyo bilmiyorum) emmet de şehir dışındalar. Bende bunu fırsat bilip evi bi dağıtıyo bi topluyorum, salondaki yastıkların kılıflarını, ayakkabılarımı nevresim takımımı falan yıkıyorum ne askı sırası var ne makine sırası J İstediğimi pişiriyorum bulaşıkları yıkamıyorum. Sabah sessiz olmak zorunda bile değilim. Gel gör ki Emmetle oyun oynayıp muhabbet etmeyi de özlemedim diyemem.
İşime gelirsek… İkinci kamp feciydi sevgili tanıdıklar. İlkinin güzlliğinden eser kalmayan bir grup şımarık hatunla düştük yollara. Daha ilk saatten yağmur başladı. Hızlandığında mortenla ben gözgöze geldik gideriz ya geri gideriz evet, evet dedik. İyi bok yedik. Bi kaç saat sonra yağmur abarttı kendini ve mortan fernando ve ben yavru köpek mallığıyla köşeye tünemişken bunlar çadırlarının yanındaki nehirle yetinmeyip tepeleri aşıp nehrin başka yerine gittiler. Utanmadan orayı iki gramlık kum yüzünden sahil diye adlandırdılar yetmedi yüzdüler! Yüzdüler! Botlarıyla yağmurluklarıyla yüzdülerrrr…
1 litre su içmişimdir ağzımı şoktan kapatamadığımdan. Yaw dedim Darren dedim gel dönelim hasta olcak bunlar dedim (ben sırılsıklam olduğumdan ve ayriş olmadığımdan hastalık ilk bana). Ben giderim de onlar burda mutlular, onlar istemeden gidemeyiz dedi. Ulen dedim sizin ben… Girdik çadıra geğik yaptık. Fakat gece yarısı o da ne bizim bebeler zırıl zırıl ağlıyo Anneeeee… Mariaaa ben eve gitmek istiyorum. Korkuyorummmm… Ah dedim şu kola şişesinin kapağını sana göstersem de anlasan ne demek istediğimi :) İşim de genellikle Pazartesi Salı ve Çarşamba oldukça yorucu. Güzellik, bakım sağlık, kısa film çekme, montaj ve media, kaya tırmanışı, kostüm dizaynı, stilt walking vs yuvarlanıp gidiyoruz işte. Hayat bana Perşembeden pazara güzel yani.
Kendimden biraz bahsediyim bu sefer. Hep anılarımdan mı bahsedicem. Sizden ricam bir insanın 8 haftada en çok ne kadar kilo alabileceğini hesaplamanız, bekliyorum… Tamam mı? Şöyle bi gözünüzün önüne getirdiniz mi? İşte ben ondan da çok kilo aldım burda! Nasıl oluyo anlamıyorum. Resmen ayranım yok içmeye…
Ruh halime getirirsek konuyu; ilk iki hafta gayet hızlı, heyecanlı ve keşif dolu geçti. Hakverirsiniz ki pek bir tatlı yorgunluk vardı üzerimde. Sonrasında bir çöküş yaşadım hafiften, sıçarım aksanına da kültürüne de, tarzına da, parana da vs. Şimdi ise hala bir yığın insanla tanışmakla birlikte (tabii ki isim özrüm tam hız devam) haftada bir buluştuğum arkadaşlarım, aaa tuvalet kağıdı bitmiş, lamba patlamış dur bi alışverişe çıkıyım tarzı günlük aktivitelerim, geceleri rahatça evime gidebildiğim sokaklarım var burda.
Bir arkadaşımla güzel dublin parklarından birinde sohbet ederken içimdeki eksikliğin 7/24 taciz ve korunma içgüdüsünün devreye girmemesinden kaynaklandığını farkettim. Bunu farkediceğimi biliyodum ama böyle farkediceğimi düşünmemiştim. Bunu ben dile getiririm sanıyodum. Daha çok ‘aaa dimi len’ şeklinde gerçekleşti.
Bir de sizleri özlemeye de başladım hafiften. Ama işte elden bişey gelmeyince kirlenmek güzeldir özlemek güzel değildir.
Güzel insanlar;, işte ben onları özledim bugün. Çok huzurlu bi gündü . Kafam çok boş, ondan oldu heralde. Ne yalan söyliyim oraya gelmek istemiyorum. Geri dönmek istemiyorum. Hayal kurmak bedava nasılsa, Burda çok şirin bi kafe var orda annemle ve teyzemle bi kahve içip gülme krizine girmek istiyorum. Pınarla çantaları yüklenip tüm irlanda kasabalarını ve adalarını gezmek istiyorum. Nille yatağımda oturup sabaha kadar film izlesek sohbet etsek mesela. Yener gelse de burda herkesin che tişörtü giydiğini görse, gülse yine mis gibi. Çağdaş ayaklarımız uyuşana kadar kitapçıdan sahafa, kütüphaneden puba sürüklese beni. Merveyle gitmedik pub bırakmasak. Ya da ne biliyim fulyayla sahile gitsek, irlanda denizine değil ülkenin öbür ucuna taa okyanusa gitsek, parmağımızı soksak suya (senin için yaptım fuli), hakan gelse sonra elime mum dikin dese. Ben omuzlarımı oynatsam da fuli baksa bana anne gibi. Senemle bara gitsek de ‘bardan adam kaldırsak’ Anıl bizi taciz edenleri korkutsa, Bağdayla sabahın köründe sisin içinde o’connal meydanında bağıra bağıra bi kendimiz için bi insanlık için dilek dilesek, hepsi gerçek olsa. Yaserle kaplumbağa hızında tüm şehri gezsek. Barış bana kahvaltı hazırlasa da hadi gel dese, çağırsa. Tuncayın kitabı burda basılsa. Yada ne biliyim göksel sokakta içmekte diretse de Garda bizi yakalasa. Ordakiler burdakilerle tanışsa. Babam bana bi bira ısmarlasa, amcam Pazar günleri buraya Taylanı getirse. Nazım herkesi bi parka toplasa da oyun oynatsa… İlk mızıkçılık yapan bi bira kazansa…
Bugün bunu diliyorum kendim için Bağda. İnsanlık içinse irlandalıların kaybettiği “T” harfini bulmasını…
Ağustosta, Amsterdam yolları daaar daaaaaaaaarrrr,
Bana bakma benim yarim vaaaaaaaar…
Yağmur Sulu öpücük

Yorumlar

Popüler Yayınlar